Notlar


Tropikal İklim
Bu iklimde yaşamak demek, hayatınızda az yağmurlu ve çok yağmurlu olmak üzere iki mevsim var demek. Buralarda tüm sene boyunca hava neredeyse hiç değişiklik göstermiyor. Bunun eksikliğini  çok net bir şekilde yaşadık, 4 mevsimli iklime sahip bir ülkeden gelen kişiler olarak. Havanın nasıl olduğuna dair sohbetler yok, bizde her sohbet tıkandığında bizi kurtaran, taksiciye söylenebilecek. Hava çok tekdüze, ve muhabbet konusu değil. Ve bu topraklarda yaşayan ve ülkesi dışına çıkmamış yaşlı ya da genç kiminle konuşsak ilk soruları “Sizin oralar nasıl, böyle güzel mi?” oluyor. Evet diyoruz, buralardan çok farklı ama yine buralar gibi, çok güzel”. Topraklarını övdüğünüz her insan gibi mutlu oluyorlar hemen. Sonraki soruları ise; “Sizin orada hayat nasıl, hava nasıl?” oluyor. Dört mevsimli olduğunu duyunca gözleri parlıyor ve ah çekiveriyor hafiften; “Ah! Ne güzel. Kar da yağıyor mu?”.

Ha bununla birlikte tropikal iklim, meyve ve sebze anlamında, inanılmaz bir çeşitlilik ve lezzet zenginliği sunuyor. Minik minik şekillerde, kırmızı renkte, lif lif şekilde patatesler karşımıza çıkarken, sürekli acayip lezzetli kıprmızı karpuzlar, limonlanıp tuzlanarak yenen ham mangolar, soyup aynen yediğimiz kırmızı renkte olgun mangolar ve bunları buz gibi sütle karıştırıp içtiğimiz acayip meyve suları, avokadolar, guanabanalar, guayabalar, küçük ince uzun tuzlu domatesler, minicik pembe muzlar, haşlanarak, kızartarak pişirerek acayip lezzetler sunan kocaman (kol kadar), yeşil (tuzlu) ve sarı (tatlı) çok sert muzlar (platano), acayip hindistan cevizleri, devasa ananaslar.. O kadar farklı meyve çıktı ki karşımıza, hangisini yiyeceğimizi şaşırdık. Ve her köşe başında 1 dolara kocaman bardaklarda meyve suyu yapan yerler..

Güney Amerika Geneli
Kıtaya ilk indiğimiz andan itibaren kime Türk’üz desek, eğer millet ayrımı yapmadan önyargısız bir tanışmayı berecebilen bir insan değilse hafiften burun kıvrılmadı değil. Tabiki sohbetin birinci dakikasında tüm önyargıları kırıp sevdiriyordu sohbetimiz kendimizi.

Kiminle konuşsak ‘burada çook Türk var’ cevabını alıyorduk. 15-20 gün sonrasında, konsoloslukta çalışan bir arkadaşımızdan aldığımız bilgiye göre Venezuela’da topu topu 25-30 Türk olduğumuzu öğrenince yanlış anlaşılma ortaya çıktı: Kıtada Türk demek Arap demekti. Tüm Arapları Türk zannediyorlardı. Ve Araplar, anlaşılan o ki, burada kendi içinde yaşayan, çok sıkı pazarlık yapan, ticarete kafası iyi çalışan biraz sıkıntı tipler. (Biz Türklerin şanı malum dünyanın çoğu yerinde negatif, buraya uçarken kendi aramızda “Oh, burada en azından bizden sıkıntı çeken, bizi kötü bilen insanlar yok, Türk olmak eksi başlamak olmayacak” sohbeti geçmişti, bu sefer yanlış anlaşmadan kaynaklanıyor olsa da, yine olmadı.)

Şili’yi en kuzeyinden en güneyine otostopla geçerken tanıştığımız, zengin ve kültürlü görünen ve de gayet öyle olan ve mesleğinin asker olduğunu öğrenince şaşırdığımız biriyle yol alırken işin aslı ortaya çıktı. Osmanlı’nın son dönemlerinde baskı artınca imparatorluktan kaçan birçok azınlık Güney Amerika’ya gemilerle göç etmişler. Osmanlı adı altında geldikleri için hangi milletten ırktan soydan olursa olsun Türk denmiş ve böylece kalmış. Şu an gazetelerde dahi Türk kelimesi yanlış kullanılıyor.

Doğa o kadar kuvvetli ki, Avrupa’daki gibi, bizdeki gibi insanlar doğadan o kadar da kopamıyorlar. Doğal yaşam alanı, parklar yapmaya gerek yok burada. Asfalt, beton vs. dökülmemiş her noktadan, hatta birçok zaman asfaltı da yararaktan doğa resmen fışkırıyor.


Venezuela
-Sokak köpekleri cins, güzel ve çok çeşitli.

-Benzinin fiyatı inanılmaz ama gerçek: litresi 0,01 TL. Yani iki depo benzini doldurmak için 1 TL vermeniz yeterli. Kısacası petrolleri çok ve her yerde.

-Benzin fiyatı böyle olunca her bir kişinin en az 4.000cc’lik motoru olan kocaman amerikan otomobii, jeep’i, pick-up’ı var.

-Tembel bir millet. Toprakları çok verimli olmasına rağmen üretim çok çok az. Herşeylerini komşu ülkelerden ya da ABD’den ithal ediyorlar. Petrol çok olduğu için, ihracatından kazandıkları parayla, ülke fakir bir şekilde de olsa yaşayabiliyor.

-Herkesin blackberry telefonu var (en zengininden en fakirine).

-İndiğimiz andan itibaren herkes bizi ülkenin çok tehlikeli olduğu konusunda uyardı. Hava kararınca herkes çil yavrusu gibi evlerine dağılıyor.

-Herkesin evine girmek için yapması gereken ortalama liste şöyle: 1. Üstünden yüksek voltajlı elektrik telleri geçen ortalama 5 metre yüksekliğindeki bahçe kapısından geçmek. 2. Zindan kapısını andıran apartman kapısından şifreli kartını basıp içeri girmek. 3. Merdivenden çıkacaksan merdivenin demirlerini açmak, asansöre bineceksen asansörün şifresini açmak/kilidini açmak. 4. Daire kapısının kalın demir kapısının kilitlerini açmak. 5. Dairenin çelik kapısını açmak. 6. “Güvenli” evinize girmek.

-Güvenlik önlemleri bu kadarla kalmıyor, 20 katlı apartmanlarda dahi bütün pencereler ve balkonlar demirli, anlaşılan insanlar komşularından dahi korkuyor. Ayrıca tüm araçların camları, içeride kaç kişi olduğunun görünmesini saklamak amacıyla simsiyah filmli.

-Polisle işinin olması kötü bir durum. Dedikleri şu: En büyük hırsız polis. Üstünüzü ararlar, fotoğraf makineniz gibi beğendikleri birşeyi alır, geri vermezler.

-Zevkli insanlar değiller, estetik anlayışları hiç gelişmemiş. Evlerini daha hoş bir hale getirmeye çalışmak akıllarına bile gelmiyor.

-Çok fazla sayıda bira içiyorlar ve bununla çok öğünüyorlar. Ancak içtikleri bira 0,295ml’lik kutularda % 3,5 alkollü biralar. Herşeye rağmen soğuk içmesini biliyorlar, buzdolabının dışında derevesi yaıyor ve genelde 2 derece.

-Acayip lezzetli kocaman hamburgerler yapıyorlar, her köşe başında bir çok çeşit sos eşliğinde satıyorlar.

-Korku durumu paranoya halini almış durumda. Gerektiğinden de fazla şüpheci ve korkak haldeler.
Gerçi, otelin kapısı önünde soyulan müşterilerini gören otel görevlilerinin, müşterilerini dışarıda bırakarak otelin kapılarını kilitlediği bir ülke burası.

-Topu topu 25-30 Türk yaşıyor, onlarınsa büyük kısmı Feto’cu. Anadolu’da temizce yaşayan ama gözü biraz dışarıda olan lise mezunu gençleri alıp, Chavez’in ücretsiz üniversitelerinde okutuyor, ve kendi cemaat okulunda yetiştirip, cemaat için çalıştırıyor. Anlayacağınız Feto Hoca’mız buralarda dahi çalışmalarına son sürat devam etmekte. Okulunu açmış başka Feto’cular yetiştirmekte. Ama tahminimiz, Chavez ülkesinde böyle adamları fazla tutmaz, okulunu yakın zamanda kapatır, kapı dışarı eder.


Colombia
-Kahvesi acayip bir memleket. Sokaklar; çeşitli sigaralardan dal sigara satan, termosları öğlene kadar sütlü kahve, öğleden sonra ise sade kahve dolu sokak satıcısı dolu. Kahve kokusu her yerde ve çok lezzetli. Bir bardağın fiyatı 0,10 TL.

-Eski o çok tehlikeli halini atlatmış olmanın heyecanı var ülkede. Gerilla şehirlerden çekilmiş, ve gelir ülkede dağılır hale gelmiş. Şehirler zenginleşmekte, sokaklar parklar güzelleşmekte ve turizm artmakta. Halk bu durumdan çok memnun, bu nedenle genelde turist olarak hoş karşılanıyorsunuz.

-Her köşesi, her bölgesi, her şehri birbirinden farklı bir ülke. Yıllarca gerilla yolları kontrol altında tuttuğu için (Not: Burada gerilla ne olumlu ne de olumsuz bir anlam içermemektedir, gerillanın bu ülkedeki anlamı, yeri, önemini anlamak için tarihini okuyun) insanlar güvenle yolculuk edememişler. Bizim ziyaretimizde dahi bazı yollarda seyahat etmenin tehlikeli olduğu konusunda çok uyarıldık. Seyahat etmek 2-3 yıl öncesine kadar bu derece tehlikeli olunca; herbir şehrin kendi yaşayışı, kendi yemekleri, kahve pişiriş şekli, aksanı oluşmuş ve korunmuş. Bu sayede, ülkenin her bir tarafı her biri ayrı bir ülkeymişçesine bizi karşıladı.

-Her köşe başında, bakkalda, internet café de, barda, her yerde ot ve kokain satılıyor. Bomboş bembeyaz kumlu çok özel plajlarına gittik, çadır kurduk, günde önümüzden en fazla 20 insan geçen, çoğu var mı bir ihtiyaç diye dönüp sordu; sokaklardan bahsetmiyoruz bile.

Venezuela ve Colombia

-Müzik her yerde. Şehirlerarası otobüse binin, metroya binin, sokakta yürüyün, café ye girin oturun; biri olacaktır cep telefonundan dilediği müziği bangır bangır çalacak. Minibüste, otobüste tüm şoförler, süper ses sistemleriyle size dinletecektir müziğini, saat kaç olursa olsun (Örn: Gece 01.00 otobüsü) Hatta yolun kenarına, bir sürü evin ortasına 5-6 adet boyum kadar hoparlör ile tüm mahallleyi inletecek derecede müziğin sesini açıp, yanına çektiği sandalyesinde ‘var mı birşey diyen’ gibisinden kurulan ve etrafa bakarak birasını yudumlayan insanlar görebilirsiniz.

-“A la orden!”. Daha çok bu iki ülkede kullanılan hoş bir deyim. “Buyrun” anlamında her bir dükkanın önünde sizi içeri davet ederlerken kullanılırken, teşekkür ettiğinizde “her zaman” anlamında cevap olarak kullanılabilen, siparişi verdiğinizde “peki efendim” anlamını kazanan, sokakta ise “teşekkürler” anlamında kullanılabilen ve bu sayede esnaf, sokak satıcısı veya zengin biri arasında farkı azaltabilen çok tatlı bir deyiş. “Siempre a la orden!”

Chile

-Bu ülke sadece haritasından da anlaşılabileceği üzere ilginç bir coğrafyaya sahip. En kuzeyinden girdiğimiz Arica şehrinden Santiago yakınlarına dek 1500 km’den fazla bir mesafe sadece çöl geçtik. Dünyanın en kurak çölü Atacama, düzlükleri dışında çok büyük kum tepelerine sahip bir çöl. Şili’nin ekonomisine büyük katkı yapan madenleri var.

-Santiago ve çevresi yemyeşil. Türkiye’nin iklimine benzer bir iklimve bitki örtüsü var. Her yer üzüm bağı. Dünyaca ünlü şarapları bu bölgede üretiliyor. Hayatımızda yediğimiz en güzel kırmızı ve yeşil üzümleri burada yedik. Peyniri de (bakkalında dahi bol çeşit uygun fiyata bulunuyor) bu derece güzel olunca, biz keyifçi iki insan bolca şarap/peynir/üzüm üçlüsünü buluşturduk midemizde.

-Ülkenin güneyi ise küçük küçük adalardan ve etraflarını saran buzullardan oluşuyor. Kısacası ülkenin bayrağı sarı, yeşil ve beyaz olabilirmiş, bizce.

-Ülkeyi baştan başa geçen (en güneyinde buzullar nedeniyle Arjantin’e geçmek ve tekrar ülkeye girmek gereken kısım hariç) bir otobanları var: Ruta 5. Otobanın sadece şehir giriş çıkışları ve iki yönü var: Kuzey ve Güney.

-Bu yol, ta Alaska’dan başlayıp And Dağları boyunca uzanan ünlü Panamericana. Burada otostop çekmek çok çok kolay. Tüm şoförler otostopçulara aşina, en fazla yarım saat beklemeniz yola devam etmeniz için yeterli. Benzin istasyonlarının arka bahçesi ise, otostop çeken ve yolda kalan yolcuların çadırlarıyla dolu (bkz: biz).

-Ülkenin kuzeyi çöl, güneyi buz olunca nüfusun %80’i Santiago ve çevresine yerleşmiş.

-Avrupa’dan daha Avrupai olduklarını söyleyebiliriz. Ülke, çeşit anlamında zengin olmasa da ürettiklerini iyi ürettikleri ve iyi değerlendirdikleri için zenginleşmiş durumda. Şehirler çok düzenli, temiz; insanlar iyi eğitimli ve ciddi. Bununla beraber Avrupa’daki gibi, zengini çok iyi yaşarken fakiri zorda. Sokakta yaşayan evsiz çok insan var.

-Peru ve Bolivyalıları pek sevmiyorlar. Peru ve Bolivyalılar ülkelerine çalışmaya geldikleri ve suç işledikleri için kızgınlar. Oysaki bu ülkeler daha çok yerli kanına sahip çok güzel insanlardan oluşuyor ve çok güvenli yerler ama buraların paragöz olanları, Şili’ye geliyorlar.  Şilililerse, yerli kanları olmadığı ve Avrupa’ya benzedikleri için büyük gurur duyuyorlar.

-Turiste açlar ve bu sayede oldukça misafirperver ve yardımseverler.

-Polisleri dünyanın en güvenilir polislerinden. Rüşvet ve adam kayırmaca neredeyse sıfır. Halk polise güveniyor. Polis yardımsever. Karakol yanında kamp kurmak çok olağan birşey. Polis otostopçuya dahi yardım etmekte. Herşeyin vergisi ödeniyor. Bakkaldan kibrit alsanız, minibüse indi-bindi verseniz, bardan bir bira alsanız; fişinizi almadan çıkmanız imkansız.

Patagonia

-Arjantin’in ve Şili’nin genel gerçekliğinden çok uzak olmasına rağmen aralarında geçen uzun savaş ve tartışmalardan sonra ancak paylaşabilmiş bir bölge.

-Arjantin Patagonia’sının çoğunluğunda yollar şöyle: 200 km’de bir karşılaştığınız benzin istasyonu, motel, polis karakolu ve üç adet evi olan “köyler”den geçtiğiniz koskocaman, çorak, sessiz, çok rüzgarlı ve bol guanaca’lı (bu bölgede bulunan lama familyasından çok hoş bir hayvan) düzlükler.

-Dar ama çok derin ırmaklarda tutulan somonların lezzeti akıl almaz derecede. Ancak bu bölgede bulunabilen yetiştirme olmayan bu somonlardan bulmak çok zor, çünkü tamamı (evet tamamı, Şilililer bile yiyemiyor) çok iyi paraya satıldığından Avrupa’ya ve Japonya’ya gönderiliyor. Bu nedenle buralılar balıkları dereden kendileri tutup, ya da bizim gibi sağdan soldan arayıp bularak kendileri pişirip yiyorlar. (Tereyağıyla pişirerek Pt Natales’deki ziyafetimiz unutulmazdı)

-Şili, ülkesinin en güney şehirlerine gidebilmek için Arjantin’e girip, (asfalt yoldan gitmek istiyorsa Atlantik kıyısına kadar doğuya gidip) tekrar ülkelerine giriş yapmak zorundalar, buzullar yola Şili’den devam etmenize izin vermiyor.

-Arjantin ise kendi ülkesinin en güney kısmına gidebilmek için Şili’den geçmek zorunda çünkü Macellan Boğazı, Şili sınırları içinde kalıyor.

-Her iki ülkede de dünyanın en güneyinde olma yarışı var. En güneydeki şehir olmakla ünlü olan Ushuaia Arjantin’in gururuyken, Şili ise aslında daha güneyde olan ama ulaşımı daha zor olan Pt Williams’ın dünyanın en güney şehri olduğunu bağırıyor. Her iki ülkede de dünyanın en güneyindeki golf kulübü, dünyanın en güneyindeki yürüyüş yolu gibi yazılar sıkça karşınıza çıkıyor.

-Şili’nin güney batısındaki paramparça adacık görüntüsünü merak edenleriniz için söyleyelim: Burası inanılmaz manzaralar bahşeden çok güzel bir bölge. Çoğu kısmına yol ile ulaşmak mümkün olmasa da tüm doğa şekillerinin birbirine karıştığı dünyaca ünlü milli parklar mevcut.

-Örneğin Torres del Paine Parkı’nda, dereler, göller, nehirler, deniz, okyanus hepsi birbirine karışmış halde, hangi su neyin parçası anlamak zor. Bir sürü yarımada, ada, su geçişleri, boğazlar, tepeler, yüksek dağlar ve buzullar bir arada.