15 Ekim 2010

Londra

4 Ekim 2010

İçlerinde küçük birer serçeyle indiler Londra havalimanına.. Yeni yönetmelikleriyle uzun (çok uzun) bir kuyruğa girdiklerinde daha uzun bir süre o sırada bekleyeceklerinin farkında değildiler. hemen yanı başlarında “bu noktadan sonra en az 45 dakika bekleyeceksiniz, özür dileriz” yazısıyla karşılaştılar, ama keyiflerini ne kaçırabilirdi ki?


Bol bol Pakistanlı ve Arapla bekledikleri sıra bittiğinde, nihayet İngiltere sınırlarındaydılar artık. Metrolar o sabah 7den ertesi sabah 7 ye kadar grevde olduğundan Londra trafiği kilitti. Ama bu problemi Arda’nın dayısının onları havalimanından alması ile kısmen çözmüş oldular. Soldan ilerleyen trafikte, kıpır kıpır serçeleriyle birlikte M.Metin’in evine doğru yola koyuldular. 1 saat gayet hızla 30km’yi, 1 saat gayet yavaşça 2km’yi geçip kuzenler Esat Eren ve anneleri Işık’la buluştular.




1901 yapımı Victorian bir evde birazcık da olsa sakinleştirmeye çalıştılar serçelerini. Yola artık koyulmuş oldukları ve Arda’nın kuzenlerine olan özleminden dolayı o geceyi sakince evde geçirdiler.





Kuzenler heyecan içinde yolculuk planlarını, M.Metin ve Işık ise hafiften gelecek planlarını sorarken bu tatlı evde uykuya daldılar..

5 Ekim 2010

Keşiflerimizin ilk günü.. Asıl ulaşılması amaçlanan yerlerden biri olmasa da ve bu koca sehri gezmek için sadece 1 günümüz olsa da, doyasıya gezelim görelim diyerekten erkenden çıktık yollara.. Günlük metro biletimizle ordan oraya atmaya karar verdik kendimizi. İlk durak Tower Bridge (biz akşam saatlerine kadar London köprüsünü’ü gördüğümüzü sanıyorduk ki meğerse yanılmışız.. Meşhur London köprüsünün ise artık hic bir görkemi kalmamış.)








Sonra gittik Greenwich çizgisine.. Madem bir kaç ay sonra 0 paralelinde olacağız, o zaman 0 meridyeninden de geçmezsek ayıp olurdu; değil mi? Metrodan inince biraz zorlanarak yemyeşil düpedüz güzel mi güzel bir parkın içinde minik bir tepeye kondurulmuş gözlemevini bulduk. Parkın keyfini çıkara çıkara tırmandık gözlemevine. Günlerdir üstümüzde taşıdığımız ve daha uzun bir süre taşıyacağımız Canon marka karanlık odalarımızın hatrına Camera Obscura (karanlık oda) ilgimizi çekti öncelikle. Gözlemevinin eski teçhizatını inceleyip, tepenin yaşanmışlığını hissettik içimizde. Geleneği bozmayıp 0 çizgisinde birkaç poz çekip, bir sürü plazanın içindeki bir sürü çalışanın arasından metroyla şehre geri döndük.


Sokakları dolandık, hızlı bir şekilde Londra kokusunu aldık, seyrettik.. Covent Garden, Piccadilly Circus, Trafalgar, Hyde Park derken saat geç olmuş.. Hyde Park’ta birer bira içip (Servet’e selam olsun) eve geri döndük. 


Süper hızlı bir vedalaşma ve metroya M.Metin, Eren ve Esat üçlüsüyle koşturaraktan yetiştik. Son öpücük sesinin bir saniye sonrasında kapanan kapıyla beraber arkadaşımız Yalın’ın evine doğru (yüzümüzden bir türlü düşmeyen gülümsemelerimizle beraber) yol almaya başladık. Selin’in nicedir gelip görmek istediği Yalın da bu şekilde seyahatimize dahil olmuş oldu, ne de güzel oldu. Bir akşam da Yalın’ın yüksek tavanlı, eski pencereli ferah evinde kalacağız, ve sonra Güney Amerika! Uzun bir süre Londra kadar düzenli bir şehir göremeyeceğiz herhalde.

Yalın’a varışımız biraz geç olsa da bizi çok güzel karşıladı, iki tane çok tatlı bara götürdü.. İçilen Guiness’ların ardından Londra’nın erken kapanan barlarının gazabına uğrayıp çok geç olmadan evimize döndük.
Gittikçe artan heyecanımızı bastırmaya çalışaraktan bir kaç saat uyuyabildik..

İyi geceler Londra! İyi geceler İngiltere! İyi geceler Avrupa!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder