3 Mayıs 2011

Şili (Arica - Osorno)

Peru - Şili sınırına vardığımızda, aylardır bir sürü sınırdan geçmiş olmamıza rağmen hiç karşılaşmadığımız bir manzara ile karşılaşıp şaşkına döndük. Ciddi bir sınır kapısı! Öncelikle sınırdan herkes elini kolunu sallayaraktan geçemiyor. Düzgün bir sıra var, pasaportlar kontrol ediliyor, bavullar kontrol edilmekle kalmayıp x-reyden geçiriliyor. Kısacası bildiğimiz sınır kapıları.. Fakat aylardır geçtiğimiz tüm sınır kapıları o kadar laçkaydı ki unutmuşuz ‘medeniyeti’.  Sınırda tanıştığımız iki sırtçantalı Şili ile muhabbet edip tavsiyeler aldık, Şili’de otostop çekmenin çok ama çok kolay olduğunu bir kere daha duyduk ve bize hediye ettikleri Peru haritasını da yanımıza alaraktan Şili’ye girişimizi yaptık.. Ve dünyamız değişti.. 
Sanki Avrupa’ya geldik..

Güney Amerika’nın gerçekliğinden çok uzak bir ülke Şili.  Doğusunda uçsuz bucaksız And dağları, batısında ise Pasifik okyanusu olduğundan kendi kendine kalmış bir ülke burası. Konumundan dolayı topraklarını hem çok kolay korumuş hem de daha fazla genişletememiş.  Enine sadece 200 km genişliğindeyken, kuzeyden güneye 4300 km uzunluğunda enteresan bir ülke. Ülkeyi baştan başa geçen bir kara yolu var, Ruta 5.  Ülkede ise sadece kuzey veya güney yönleri kullanılıyor.. Nereye gidiyorsun? Kuzeye mi, güneye mi? Çok basit..

Sınırının ise ciddiyeti özellikle Peru ve Bolivya’lılara karşı aldıkları önlemlerinden kaynaklanıyor. Avrupa kökenli olmaktan gurur duyuyor ve yerli halka pek sıcak bakmıyorlar. Dolayısıyla çoğunluğu yerli halktan oluşan Peru ve Bolivya’lıların ülkelerine gelmelerini istemiyorlar. Diğer ülkelerde meyve ve sebzelerden bulaşan hastalıklar olduğu için de kesinlikle ülkelerine meyve sebze sokulmasına izin vermiyorlar. 
 
Şili’ye girişimiz ile birlikte uzun zamandır beklediğimiz otostop günlerimiz başladı. En güneye kadar otostopla ineceğiz. Şili’de otostop çekmenin ne kadar kolay olduğunu çok duymuştuk fakat bu kadar kolay olacağını beklemiyorduk..

İlk denememizde yarım saat geçmeden bir araba aldı bizi. Yolda kalan arkadaşlarına yardım etmek için gidiyormuş. Yaklaşık 75 km arkadaşlarını bulduğunda şaşkına döndük.. Çünkü çölün ortasındaydık.. Ama asıl diğer arabayı halat bile sayılmayacak bir iple çekmeye başlayınca gülmemek için kendimizi zor tuttuk.. Geri dönebildiklerine emin değiliz.. döndüler ise de o hızla herhalde 3 gün sürmüştür..

Biz şaşkın şaşkın çölün ortasında kim durup alır şimdi bizi diye düşünürken tıklım tıklım bir arabada Ekvatorlu bir aile durdu yanımızda. Santiago’ya kadar gidiyorlarmış ama araba çok dolu olduğu için bizi bir sonraki yerleşime bırakabildiler anca. Bizi bıraktıkları yerdeki benzinliğe girdiğimizde ise içeri de çalan Tarkan’ın şıkıdım şarkısı şaşırttı bizi.. Güney Amerika’da Tarkan, özellikle de ‘şıkıdım’ çok iyi tanınıyor, fakat kimse Türk olduğunu bilmiyor.  Çok az bekledikten sonra iki kamyon şoförünün aldı bizi arabalarına ve dünyanın en kurak çölü olan Atakama çölünden devam ettik yolumuza. Gece 2 gibi vardığımız Antofagasta şehrinin dışında bir benzinliğe bıraktıklarında bize burada akşam kamp yapabileceğimizi söylediler. Biz biraz şaşkınlıkla peki deyip indik arabadan.. “Şimdi burada çadır mı kuracağız? Nasıl yani? İzin verirler mi ki? Peki nerede yapacağız ki?” diye şaşkın şaşkın etrafa bakarken bir baktık ki 10 tane daha çadır var benzin istasyonun bahçesinde. Meğerse bu ülkede gerçekten tüm gençler otostop çekiyor, yolda kalanlar da benzin istasyonlarının bahçesinde çadır kuruyormuş. Aylardır her yerde hep dikkatli olmamız söylendikten, tehlikelerden bahsedildikten sonra böyle bir ülkeye gelmek bizi hem çok şaşırttı hem de çok heyecanlandırdı. İlk günde 700 km yapmış olmanın heyecanıyla bizde kurduk çadırımızı.

Ertesi sabah biz tembeller kalktığımızda diğer bütün otostopçular çadırlarını toplamış yola koyulmuşlardı. Yine kısa bir bekleyişten Victor diye otostopçuları seven bir adam ve de bizden önce aldığı, ağır aksanı dolayısıyla konuşmasından hiç birşey anlayamadığımız diğer otostopçu aldılar bizi. Ve bütün gün Victor ile yola devam ettik. Şili’nin enfes balıklarından yedik. Çölün hala bitememesini hayretler içinde seyrede seyrede çöl kenarından dümdüz (ama gerçekten dümdüz) otobanda yine 700 km den fazla yol yaptık. Başarılı bir otostop günü daha geçti kısacası. İyice heyecanlanmaya başladık.. Demek ki çok hızlı inebileceğiz güneye. Bu sefer de polis istasyonu yanında yol kenarında bir diğer çadırla beraber kurduk çadırımızı

Üçüncü otostop günümüzde yine 700den fazla kilometre gidebilmeyi başardık. Önce bize ülkesini anlatmaktan zevk duyan, bilgili, düzgün bir adam aldı bizi arabasına. Saatlerce Şili’yi anlattı bize. Ve sonunda niye bütün Araplara bu kıtada Türk denildiğini de kendisinden öğrendik. Çünkü bir çoğu Osmanlı döneminde gelmiş bu topraklara. Buralarda Osmanlılara Türk İmparatorluğu diyorlar ve Arap, Ermeni, Yunan, Bulgar, Türk, Kürt.. Hepsi ‘Türk imparatorluğu’ pasaportuyla geldikleri için hepsinin kimliği Türk olmuş.. Öyle de kalmış.

Bize ülkesini göstermenin heyecanı ile yoldan çıkıp çıkıp şehirleri, köyleri sahilleri gezdik arabayla. Şili’nin enfes peynirlerinden tattık. Saatler sonra bize asker olduğunu söyleyince ise gerçekten çok şaşırdık.

Akşama doğru bizi Santiago’ya çok yakın bir yerde bıraktı. Ardından Santiago'da İngilizce öğreten iki Amerikalı kızın arabasına bindik. Fakat bizi bırakacak yer bulamadıkları için Santiago'nun göbeğindeki bir benzin istasyonun bıraktılar. Burada kimse bizi almaz şansımız buraya kadarmış diye düşünürken yine haksız çıktık, kendisi de otostop çektiği için derdimizi anlayan genç bir çocuk ile Santiago'nun güneyindeki bir şehir olan Rancagua'nın çıkışındaki çok ama çok büyük bir benzinliğe kadar gittik. Benzinliğin büyüklüğü bizi çok heyecanlandırdı. Burada çok fazla araba duruyordur, yarın kesin çok kolay olacak işimiz diye heyecanlanırken ne yazık ki tripodumuzu unuttuk arabada. Böyle bir yolculukta bu tarz şeyler olur diye düşünüp moralimizi bozmadan kurduk tekrar çadırımızı benzin istasyonunun bahçesine..

Dördüncü gün şansızlığımızın başladığı gün oldu.  O güzel benzinlikte olmamızın kıymetini bilemeyip yakındaki bir yere giden çok şapşal bir çiftin arabasına bindik. Bir düğüne yetişmeye çalışıyorlardı ama bize yollarının üzerinde olduğunu iddia ettikleri benzinlikten eser olmayınca kendi sapaklarını kaçırdılar. Sonra kaybolup kendi aralarında tartışmaya başlayıp kaybolup yol kenarında bıraktılar bizi.  Acayip hızlı geçen arabaların arasında saatlerce bekledikten sonra burada hiç bir arabanın durmayacağını anlayıp bir minibüsle biraz yol aldık, ve sonunda bizi alan çok ilginç bir adama inatla “ama bizi bırakabileceğiniz düzgün bir yer var değil mi, çünkü yol kenarında kalırsak tekrar işimiz çok zor oluyor” dediğimizde Polis kontrolü olan bir yer olduğunu orada arabaların mecbur durmaları gerektiğini söyledi. Bahsettiği yere vardığımızda ise polis kontrolünün sadece yolun diğer kenarında olduğunu gördük. Kısacası tekrar yolda, kimsenin bizi alamayacağı bir yerde kalakaldık.  Kaç gündür uzun mesafeler katettikten sonra bugün sadece 100 kilometre gidebilmiş olmanın burukluğuyla polis karakolu yanına çadırımızı tekrar yerleştirdik. Ama yarın yeni bir gün.. tekrar uzun yollar yaparız..

Beşinci günümüzde güne kötü bir duraktan başladığımız için biraz yürüdükten sonra penceresiz bir araba ile bir sonraki otobüs durağına kadar gittik fakat otostop için tekrar çok kötü bir nokta olduğundan tekrar minibüse binip bir benzinliğe ordan önce bir tamircinin arabasıyla sonra da karayolları personal minibüsüyle bir başka benzinliğe adım adım varabildik. Bugün sadece 50 km gidebildik ne şansızlık diye düşünürken  bütün yol bize neden Peru ve Bolivya'lıları sevmediğini anlatan kapitalist bir çiftçi ile Chillan denen bir sehir yakınlarına vardık.. Bu sefer de Selin’in Ipod’unu unuttuk arabada. Ama şansımıza  ertesi gün email geldi, Ipodunuz bende, Santiago’ya geldiğinizde alabilirsiniz diye. Ve 2 ay sonunda kavuştuk Ipoda. Yine sadece 200 km yapabildik. Ama en azından artık bir benzinlikteyiz dolayısıyla ertesi sabaha araba bulmamız daha kolay olacak diye düşünerekten çadırımızı bir kere daha kurduk.

Altıncı gün biraz şansız, bolca da komik bir otostop günüydü.. Önce bir araba aldı yolumun üstünde dediği benzinlik karşımıza çıkmayınca tekrar bizi yol kenarına bıraktı, 2 km benzinliğe yürüdük. Sonra bir tır aldı,  yanlış anlaşılma sonucu tekrar yol kenarında bırakıldık, tekrar 2 km yürüdük. Bir bira eşliğinde mola verdikten sonra bir arabaya daha bindik. Bu sefer “bırakıcağım yerin 2 km ötesinde benzinlik, ama çok kocaman yürümenize değer” dedi. Bu sefer kabul ederek bindik arabaya, ama 12 km ötede çıktı..  Kısa yol yapacak bir araç daha aldı bizi, daha ileriye bırakabiliriz dediler, ama artık tecrubelendik! “Hayır, sadece ilerideki benzinliğe kadar..”  Günün sonunda ise şık vanıylan turist almaya Pucon’a giden kel bir adam aldı, 200 km götürdü. Kararsız kaldık acaba onunla Pucon’a mı gitsek diye (Şili göller bölgesinde çok tatlı bir kasaba), ama yola devam.. Ushuaia’ya, “dünyanın sonuna” kadar.. 

Yine 300 kilometreden az yol yapabildik ama o kadar çok araba değiştirip o kadar çok farklı, enteresan insanlarla tanıştık ki.. Hem artık çok yaklaştık Patagonya’nın kuzey tarafına girmiş olduk adım adım da olsa. Bu keyifle tekrar benzinlik bahçesine kurduğumuz çadırımızda aldığımız güzel Şili Şarabı, Şili peyniri ve yediğimiz en lezzetli üzümler olan üzümlerle kendimize güzel bir ziyafet çektik.

Yedinci otostop gününde bütün yol boyunca bangır bangır Guns’n Roses ve Iron Maiden dinleyen 50’li yaşlarındaki Juan aldı bizi. Hırvat asıllı Yugoslavmış, ve bütün ailesi Türklerle savaşırken ölmüş. Türk olduğumuzu öğrenince huzursuzluğunu bir an gizleyemedi, ama keyfi kaçmadı, biz ise Türkler olarak ona yine uğursuz geldik.. Arabadayken babasının vefatını öğrendi. Sessiz sessiz Puerto Montt’a kadar bıraktı bizi..

Sonunda Puerto Montt’a vardık, burdan yola devam etmeyi planlarken öğrendik ki yol yok! Evet Şili’nin en güneyine meğerse Şili karayolundan gitmek imkansızmış.. Çünkü yok. Puerto Montt’ta otoban bitiyormuş. Sonrasında bir süre pek de kimsenin geçmediği taş bir yol var, çok güzel ama oradan otostopla gitmeniz baya sürer dediler. Zaten bu yol da en güneye kadar inemiyor çünkü Şili’nin güney kısımları bir sürü adacık ve aralarındaki buzullardan ibaret, dolayısıyla Arjantin’e geçmek zorundayız.
Ne yapsak, ne etsek diye düşünüp ertesi gün bir önceki şehire geri dönmeye oradan da Arjantin’e geçmeye karar verdik.  

Puerto Montt’a bir gece kalıp dinlendik. Yatakta yatmanın keyfini hatırladık. Buralarda bolca çıkan somonlardan yedik afiyetle.  Güzel sahilini gezdik. Ve ilk defa burada güneş battıktan sonra uzun bir süre havanın hala aydınlık kaldığını gördük.  Güneye bakan sahil kıyısından ufku seyredip seyredip heyecanlandık gideceğimiz yerlere.

Ertesi gün şehri biraz daha gezip fotoğraf makinalarımızı tamir ettirirken tanıştığımız Fransız adam ile bir saat takıldık, dolandık. Fransa’da kendi bağında şarap üreten bu arkadaş, arkadaşlarını teknesiyle Brezilya’dan çıkıp, güneyde Macellan boğazını geçip buzulların arasından Pasifik kıyısına, Puerto Montt’a gelmiş.

Puerto Montt’a veda edip gerisin geri bir önceki şehire saat geç olduğu için bu sefer otobüsle döndük. Şoföre bizi yol üstündeki bir benzinliğe bırakmasını söylediğimizde bize şaşıran şoför bizi şehirin içinde çok küçük bir benzinliğe bıraktığında çadırımızı şu ana kadar kurduğumuz en garip yerlerden birine kurmak zorunda kaldık.. Bir sürü kamyonun ortasına.. Bizi görmeyip ezmesinler diye etrafımıza bariyerler çektik ve ertesi gün Arjantin’e gidecek olmanın heyecanı ile tekrar çadırımızda uykuya daldık.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder