15 Ekim 2010

İngiltere

4 Ekim 2010 saat 13:23 (Türkiye saati)

Bakalım nolcak diye başladık yola.. Haftalardır hatta aylardır organize ettiğimiz, hiç başlamayacak gibi gelen yolculuğumuz bugün sonunda başladı.. Hiç uyumadan, ve bir sürü misafirimizle beraber geçen çok tatlı bir akşam sonunda bavullar tamamlandı, herşey alındı..
Hazırız artık.. sonunda! İlk durak Londra..

Sabah ilk maceramızı havaalimanında yaşadık.. Check-in işlemlerimiz bizden bağımsız yere yarım saatten fazla sürdü, fakat hala da düzgün yapılamamış işlemlerimiz ki iki tane Arda Kurtoğlu ve sıfır tane Selin Erçil boarding kartı vermeyi tercih etmişler... Uçak kapısında sordular tabii: “hanımefendi sizin adınız da mı Arda Kurtoğlu?”

Şu anda uçaktayız.. birazdan Londra’ya inecek olmanın heyecanı, biraz önce İstanbul’u bırakmış olmanın şaşkınlığıyla karışık bir şekilde seyrediyoruz etrafı. Keyfimiz çok yerinde..
Bakalım neler olacak..  (:

4 Ekim 2010

İçlerinde küçük birer serçeyle indiler Londra havalimanına.. Yeni yönetmelikleriyle uzun (çok uzun) bir kuyruğa girdiklerinde daha uzun bir süre o sırada bekleyeceklerinin farkında değildiler. hemen yanı başlarında “bu noktadan sonra en az 45 dakika bekleyeceksiniz, özür dileriz” yazısıyla karşılaştılar, ama keyiflerini ne kaçırabilirdi ki?


Bol bol Pakistanlı ve Arapla bekledikleri sıra bittiğinde, nihayet İngiltere sınırlarındaydılar artık. Metrolar o sabah 7den ertesi sabah 7 ye kadar grevde olduğundan Londra trafiği kilitti. Ama bu problemi Arda’nın dayısının onları havalimanından alması ile kısmen çözmüş oldular. Soldan ilerleyen trafikte, kıpır kıpır serçeleriyle birlikte M.Metin’in evine doğru yola koyuldular. 1 saat gayet hızla 30km’yi, 1 saat gayet yavaşça 2km’yi geçip kuzenler Esat Eren ve anneleri Işık’la buluştular.




1901 yapımı Victorian bir evde birazcık da olsa sakinleştirmeye çalıştılar serçelerini. Yola artık koyulmuş oldukları ve Arda’nın kuzenlerine olan özleminden dolayı o geceyi sakince evde geçirdiler.





Kuzenler heyecan içinde yolculuk planlarını, M.Metin ve Işık ise hafiften gelecek planlarını sorarken bu tatlı evde uykuya daldılar..

5 Ekim 2010

Keşiflerimizin ilk günü.. Asıl ulaşılması amaçlanan yerlerden biri olmasa da ve bu koca sehri gezmek için sadece 1 günümüz olsa da, doyasıya gezelim görelim diyerekten erkenden çıktık yollara.. Günlük metro biletimizle ordan oraya atmaya karar verdik kendimizi. İlk durak Tower Bridge (biz akşam saatlerine kadar London köprüsünü’ü gördüğümüzü sanıyorduk ki meğerse yanılmışız.. Meşhur London köprüsünün ise artık hic bir görkemi kalmamış.)








Sonra gittik Greenwich çizgisine.. Madem bir kaç ay sonra 0 paralelinde olacağız, o zaman 0 meridyeninden de geçmezsek ayıp olurdu; değil mi? Metrodan inince biraz zorlanarak yemyeşil düpedüz güzel mi güzel bir parkın içinde minik bir tepeye kondurulmuş gözlemevini bulduk. Parkın keyfini çıkara çıkara tırmandık gözlemevine. Günlerdir üstümüzde taşıdığımız ve daha uzun bir süre taşıyacağımız Canon marka karanlık odalarımızın hatrına Camera Obscura (karanlık oda) ilgimizi çekti öncelikle. Gözlemevinin eski teçhizatını inceleyip, tepenin yaşanmışlığını hissettik içimizde. Geleneği bozmayıp 0 çizgisinde birkaç poz çekip, bir sürü plazanın içindeki bir sürü çalışanın arasından metroyla şehre geri döndük.


Sokakları dolandık, hızlı bir şekilde Londra kokusunu aldık, seyrettik.. Covent Garden, Piccadilly Circus, Trafalgar, Hyde Park derken saat geç olmuş.. Hyde Park’ta birer bira içip (Servet’e selam olsun) eve geri döndük. 


Süper hızlı bir vedalaşma ve metroya M.Metin, Eren ve Esat üçlüsüyle koşturaraktan yetiştik. Son öpücük sesinin bir saniye sonrasında kapanan kapıyla beraber arkadaşımız Yalın’ın evine doğru (yüzümüzden bir türlü düşmeyen gülümsemelerimizle beraber) yol almaya başladık. Selin’in nicedir gelip görmek istediği Yalın da bu şekilde seyahatimize dahil olmuş oldu, ne de güzel oldu. Bir akşam da Yalın’ın yüksek tavanlı, eski pencereli ferah evinde kalacağız, ve sonra Güney Amerika! Uzun bir süre Londra kadar düzenli bir şehir göremeyeceğiz herhalde.

Yalın’a varışımız biraz geç olsa da bizi çok güzel karşıladı, iki tane çok tatlı bara götürdü.. İçilen Guiness’ların ardından Londra’nın erken kapanan barlarının gazabına uğrayıp çok geç olmadan evimize döndük.
Gittikçe artan heyecanımızı bastırmaya çalışaraktan bir kaç saat uyuyabildik..

İyi geceler Londra! İyi geceler İngiltere! İyi geceler Avrupa!
6 Ekim 2010






Uykuları sırasında içten içe heyecanla bekledikleri saat geldi çattı, alarm çaldı ve bu iki uykucu fırladılar ayağa. Yolculuk boyunca kim bilir kaç defa daha yapacakları işlemi yaptılar; matlarını, tulumlarını hemencik toparladılar. Gözleri yarı açık Yalın’la vedalaştılar ve Londra’nın sabah ayazında düştüler yollara. İkisi de sessiz sessiz, içten içe gülümseyerek metro durağına yürüdüler. Çantalar yeterince iyi toparlanmış olmadığından (henüz sadece uçak yolculuğu için tıkıştırma usülü kapatılmışlardı) pek bir ağırlardı. Yürüdüler yürüdüler Victoria Metro istasyonuna. Artık canları çıktığında, biri durdu ve şöyle dedi: “Geçtik mi yau yoksa biz bu istasyonu”. Şaşkınlar yine yapmışlardı yapacaklarını. Gerisin geri bilmem artık kaç blok daha yürüyüp metroya bindiler; Circular Line. Gittiler, gittiler.. ve fark ettiler; yanlış yöndelerdi.
Çantaları sırtlarından çıkarıp oturmaları 2 dakika sürmüşken, 10 saniyede toparlanıp indiler. Geri dönmek yerine bu sefer başka bir hat üzerinden (çılgın Avrupa metroları) gitmeleri gereken durağa ulaştılar. Tüm İngilizler işe yetişme telaşında, onlarsa artık bu kıtadan uzaklaşma heyecanındaydılar. İndikleri duraktan aldıkları ucuz biletle ekspres hata binerek, ama yolculuk boyunca daha çok işlerine yarayacak güler yüzleri sayesinde kontrolörden sıyrılıp havaalanına geldiler. 

Internet’te 5 üzerinden 1,8 puan alan Air Europa havayolu şirketi onları gayet güzel karşıladı. Çantalar özel bölümden uçağa binerken, son sterlinleriyle aldıkları sandviçlerini yediler ve uçuşları için SON ÇAĞRI yazan ekranlara bakarak, koştura koştura boarding’e geçtiler. Selin tabiki panikti, Arda tabiki ‘yetişiriiiz’ modundaydı. Son yolcular olarak boarding den geçip Madrid’e yol almak üzere uçaklarına binip, panik anlarındaki farklı tepkilerini tartışıp çözerek ve blog yazarak Avrupa’da ülke değiştirdiler. Geç kalkan uçaklarından Madrid’e indiklerinde, Caracas yolcularını çağıran görevlinin peşinden asıl uçaklarına yürüdüler, onları hayallerine götüren Venezuela uçağına. 9 saatlik yolculukları, arada bir birbirlerine gidiyor olduklarını hatırlatarak, hep gülümseyerek ve biraz da uyuyarak geçti. Lizbon üstünden okyanusa açılıp, bulutlara bakar ve gülümser halde uçtular, uçtular..
Uçak, Karayip Denizi’nin üstünde bir tur atıp yere indiğinde biraz olsun rahatladılar. Venezuela sınır polisleri, ‘Ne işiniz var yahu burda’ dercesine onları sınırdan geçirirken, daha çantalarını almadan yanlarına gelen güvenlik görevlileri ve polisler dolar bozabileceklerini söyleyerek gerdiler birazcık gezginleri. Adamlar 7’den bozacaklarını söylerken gittikleri Döviz Bürosu’nda doların değerini 4,30 olarak görmek şaşırttı biraz bizimkileri. Etrafları para bozmak isteyen, taksi şoförü olduklarını söyleyen tiplerle doldu. Derken anlaştıkları bir taksi şoförü amca, 185 bolivara (dolarlarını 7’den alarak) Couchsurf’den tanıştıkları Carlos’un evine onları götürmeye ikna oldu.

Yol boyunca benzinin litresinin 0,1 bolivar olduğunu öğrendiler, şaşırdılar. Yaklaşık 20 km boyunca camları simsiyah Ford Explorer jeep’le El Marquez’e geldiler. Geldiklerinde, aracın sağında solunda yer alan taksi yapıştırmalarını söken şoför amca onlara ilk dersi vermiş oldu: “Venezuela’dasınız, kendinize dikkat edin”. Derken, Carlos geldi ve apartmanın bahçesinin kapısını (üst tarafı elektrik geçen tellerle sarılmış 4-5 metre boyundaki demirlerle çevrili olan apartman bahçesi), apartmanın kapısını, asansörün kapısını, dairesinin dış demir kapısını ve dairenin kapısını evet her birini anahtarla açtı ve onları evlerine aldı. Carlos'un iki minik köpeğiyle tanıştılar ve Latin Amerika’daki ilk uykularını bebekler gibi uyudular.

3 yorum:

  1. eeeee sonra?:)))

    YanıtlaSil
  2. döviz bürosu 4.5den bozarken başka adamların 7den bozması çok ilginç. mantığını merak ettim.. ayrıca taksici niye söktü ki çıkartmaları? korsan taksi mi nedir?

    YanıtlaSil
  3. Abi soyleki; ulkede sebepsiz yere yabanci para birimi bulandirmak suc. Saglik icinse durum devlet 1 dolarini 2,60 bolivara ceviriyor, merkez bankasinin cesitli ihtiyaclarin karsilamak vatandaslarina uyguladigi, turizm dahil diger isler icinse 4,30 bolivar ediyo bir amerikan dolaru. 3 resmi parite var yani. ama black market tan yani sokaktan bozarsan 7,00 dan 8,40 a kadar cikabiliyo. biz ortalama 8den bzabildik mesela.
    ve taksi de korsan i birak normal adamin tekinin araciymis. taksi sticker i gelmis taksiymis gibi bizden parasini aldi. arkadaslari filan vardir havaalaninda. anlayacagin burasi boyle konularda lacka ve duzensiz. hersey tutturabildigine gidiyor. taksimetre yok pazarlik yapiyosun mesela..

    YanıtlaSil