2 Mayıs 2011

Don Diego

Sabahında; kendisinde olmasa da bir arkadaşında kalabileceğimizi söyleyen bir couchsurf ile buluşmak üzere çantalarımızı hazırlayıp hostelden çıktık. Çocuk da tam bir Karayip insanı. Arkadaşına gitmeden yiyecek almamız gerektiğini bir kaç kez tekrarlayınca, bir süpermarkete gidip alışveriş yapıp komik bir minibüsle deniz kıyısından bir saatten fazla yol aldık ve 6000 yükseklikteki Sierra Nevada dağı çevresindeki yağmur ormanlarının yanından ilerleyip ne insan ne ev, hiç birşey olmayan bir noktada minibüsten indik. İnmeden 10 dakika önce başlayan yağmur (bizimkilerden değil, yağmur ormanlarının yağmuru) 30 saniye içinde bizi ve çantalarımızı sırılsıklam kılmayı başardı. Çocuk ormanın içinde minicik bir patikadan yürümemiz gerektiğini söyleyince az şaşırmadık. 20 dakika boyunca bu yağmurda ormanın içinden yürüyüp 20 sene evvel medeniyetle yaşamaktan vazgeçmiş ve burada yokluğun (!) içinde yaşamaya karar vermiş 65 yaşındaki Carlos’un kulübesine vardık. Santa Marta’dan çıkmadan, acaba gideceğimiz yerde internet var mıdır acaba diye düşünürken elektrik vesaire hiç birşey olmadığını ancak inanılmaz bir manzara, binbir çeşit meyve ve sebze ağaçları olduğunu görüp gülümsedik. 

3x3 metre bir odası ve sadece üstü kapalı ufak bir alanı olan evde adam 20 yıldır bu şekilde yaşıyormuş. Öncesinde çok şeyler görmüş geçirmiş, çok yer görmüş, evlenmiş, çocukları olmuş.. Kendisini Kolombiya’daki gerilla savaşlarının içinde bulmuş, haksız yere suçlanmış hapse girmiş, yerlilerle ve oranın şamanlarıyla yaşamış ve sonunda da insanlardan vazgeçip buraya yerleşmiş inanılmaz bir adam. Evinin girişinde "Kişinin özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter" sözü, bir tahtaya kazılı. Arada gelen torunlarıyla görüşüyor ve kakao ağaçlarından meyvesini toplayıp çekirdeklerini kurutarak sırtında en az otuz kiloluk çuvalı taşıyarak köyde satıyor ve ihtiyacı olan yumurta pirinç sigara gibi minimal gereksinimlerini karşılıyor.

Burada kakaonun nasıl yetiştiğini ve hazırlandığını öğrendik ve gördük, çok etkileyiciydi. Evinin etrafı kendisinin diktiği çeşit çeşit ağaçlarla dolu. Öğlen kafamızdan büyük ananasla gelirken akşam yarım metre uzunluğundaki yeşil fasulye şeklindeki garip meyveler besledi bizi. Öğlen kuzu bağırsağı haşlayıp yerken gecesinde ateş yakıp kocaman platanolar (pişirilmeden yenemeyen muz çeşidi) haşlayıp yedik. Kolombiya’dan, politikadan, dünyadan, dinden, gerillalardan, şamanlardan konuştuk saatlerce.

Akşamında yağan yağmurlar sonucu devrilen ağaçlarla bir nehrin tıkandığını ve hemen aşağımızda bulunan Carlos’un da çocukları ve torunlarının yaşadığı Don Diego isimli köyün sular altında kalacağı haberi geldi. Hiç bir şekilde panik olmayan hatta duruma gülen Carlos kendini güvende hissetmeyenin buraya gelebileceğini söyledi nitekim gece 3 gibi misafirlerimiz geldi. Bu arada okul tatili nedeniyle Carlos’la kalan torunları ormanda çalıştılar, kakao topladılar ve dedelerinden masallar dinlediler.

Ertesi gün hindistan cevizli nefis pilav yerken haberin yalan olduğunu, bunun aslında Kolombiya’da çok sık yaşanan bir yöntem olduğunu, polisle anlaşmalı çalışan uyuşturucu tacirlerinin sevkiyat için kullandıkları bir yöntem olduğunu öğrendik. İnanılmaz iki günün sonunda çadırımızı toparlayıp Carlos’a ve torunlarına sıkı sıkı sarılıp gerisin geri diğer gerçekliğe dönmek üzere yola yürüdük. Amacımız Santa Marta’ya dönüp 1 gece kaldıktan sonra plajlarıyla ünlü Tayrona Milli Parkında 4-5 gün kamp yapmaktı. 

Kafamızda binbir düşünceyle kilometrelerce uzanan muz bahçelerinin yanından yürüyerek otostopta başarısız olup bir araçla fiyatta anlaşıp Santa Marta’ya geri döndük. Yolculuğumuzun en düşündürücü deneyimlerinden biri olduğuna emindik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder