2 Mayıs 2011

Santiago

Santiago yolculuğumuzun, düşündüğümüzden kısa sürdüğünü sandık önce. Sonrasında öğrendik ki önce Puerto Montt’a uğrayacak, yolcu indirip yolcu alacakmış. Genelde otobüslerde yaşadığımız bu olayı hayatımızda ilk defa tecrübe etmiş olduk ve bu sayede aç karınlarımızı ikinci kez gelen gayet dolu yemek servisi ile doyurmanın keyfini yaşadık.


Santiago’da bizi bekleyen Couchsurf, 25 yaşlarında, ailesiyle yaşayan bir çocuktu. Bilmediğimiz bir şehre (genelde buradaki şehirleri bilmiyor oluyoruz elbet) hava karardıktan sonra varmak biraz tedirgin edici. Bu kıtada her bir şehrin belli saatler arasında veya gün boyunca girilmemesi gereken mahalleleri, sokakları olabiliyor. Polis bile eğer o sokaktaysanız, yaşayabileceğiniz sorunları kabul etmiş olmanız gerekir cinsinden yaklaşabiliyor olaylara. Bu nedenle her zaman için, etrafta tipinin bize güven verdiği birine bölgenin güvenilirliğini soruyoruz ve şehrin tamamının güvenli olduğu cevabını alıyor ve elimizdeki adresi, metrodaki haritalardan çözüp yürüyerek varıyoruz.

Ev müstakil, bahçeli bir ev. Güvenlik neredeyse yok. Anne ve baba karşılıyor bizi. Anne ilkokul, babaysa lisede matematik öğretmeni. Tam öğretmenler hakikaten. Pablo yan sokakta halı saha maçındaymış. Babayla gidiyor biraz maça bakıyoruz. Maç sonrası tüm takım eve geliyor ve bizimle tanışıyor. Pablo’nun bir de 15 yaşlarında bir kardeşi var. Evde ayrıca 3 tane büyük, bir adet de minik bir köpek mevcut. Minik köpek insan gibi. Bizimle masada yemek yiyor, söz dinliyor.


Torres del Paine’den sonra  henüz banyo yapamamış durumdayız. Doğruca banyoya giriyoruz. Ve 2 ayın ardından ilk defa yatakta uyumanın keyfiyle yatıyoruz. Gece arada bir uyanıp, yatağın rahatlığına şaşırıp keyifle uyumaya devam ettiğimiz bir gece geçiriyoruz.


Evin anahtarının bize verilmesinin rahatlığıyla sabah biraz geç bir saatte şehri tanımaya çıkıyoruz.  Şili’nin tamamını geçtikten sonra başkentini görecek olmanın değişik olacağı düşüncesindeyiz. Nitekim öyle de oluyor. Kuzeyi çöl, güneyi buzul iklimi etkisindeki ülkenin başkenti pek bir Avrupai. Bize, bol ve büyük heykelleri ile Madrid’i hatırlatırken, katedrali ve önündeki meydanı ile Milano’yu hatırlatıyor. Gerisinde özel bir şey yok. Büyük ve kapitalist bir şehir. Herkes koşturma halinde sokaklar kalabalık, takım elbiseli çok.


Tavsiye üzerine öğlen yemeğimizi balık pazarında yiyoruz. Pek lezzetli bir balık çorbası ve Şili şarabı eşliğinde ismini hatırlayamadığımız ızgara balığımızı yiyoruz.  Yerlerde biraz pislik var. Sebebini öğreniyoruz. Bizden 10 dakika önce ve herkes eline geçeni fırlatmaya çalışmış. İki günlük Santiago turumuzun Obama’nın Şili turu ile denk gelmesi enteresan. Güzel bir parlamento binaları varmış, o tarafa geçemiyoruz, yollar kapalı.  


Bir aylık Patagonya seyahatimizden sonra şehir biraz fazla geliyor. Arda’nın Torres del Paine’den kalma diz ağrısı nüksedince fazla geçe kalmadan ve dönüyoruz.  Atlamamak gerekir 3 odalı evde 7 adet televizyon var ve çoğu genelde açık. Eve yemek yeme hayali ile geliyoruz ancak öğreniyoruz ki anne yemek pişirmiyor. Bunun üzerine malzeme alıp aileye pek de başarılı sayılamayacak bir yemek hazırlıyoruz: mücver, karnıyarık, domatesli pilav.


Santiago’nun hemen batısında Pasifik kıyısında yer alan Valparaiso’ya gideceğiz ertesi gün, yatak da çok rahat ya; hemen uyuyoruz. 

Fotograflar için tıklayın


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder