2 Mayıs 2011

Puerto Natales

Punta Arenas’dan bindiğimiz bir minibüsle şehrin çıkışına gidiyoruz. İndiğimiz noktadan yola hiçbir arabanın geçmediği bir aradan yürürken arkamızdan gelen jipe el ediyoruz ve biraz ötemizde duruyor. Köpeği ile inen adam arabanın içini düzenlemeye başlıyor ve biz yaklaşınca bizim için durduğunu ve koltuğu boşalttığını anlıyoruz. Köpeği minik bir kaniş, ama pek bir önemli. Ön koltukta adamın yanına oturuyor, biz arkaya yerleşiyoruz. Adam toprakların yerlisi Mapuche kökeninden. Çok soru soruyor, çok anlatıyoruz. Bir saatlik yolculuğun ardından vardığı kasabasında bizi bırakıyor. Burada da en fazla yarım saat bekleyip bizi alan, Ushuaia’ya balık tutmaya gitmiş genç bir Arjantinli yolundan 10 kilometre sapıp, bizi Puerto Natales’e, bu minicik göl kenarı kasabasının merkezine bırakıyor.
Yine önceden bize önerilen Casa Lili isimli hosteli buluyor ve arkasında bahçesine çadırımızı kuruyoruz. Çocuklu bir ailenin işlettiği hostel pek bir kalabalık. Bu kasabanın bu kadar turist çekmesinin tek nedeni dünyaca ünlü Torres del Paine parkına en yakın yerleşim birimi olması. Arda çadırı yağmura ve rüzgara karşı sağlamlaştırırken Selin’in aldığı etleri mutfakta pek bir güzel pişiriyoruz. Yerken ise hostelde en hoşumuza giden iki adamla tanışıyoruz. Biri normalde 7 günde bitirilen trekking parkurunu 25 günde bitiren yorgunluktan mahvolmuş halde o gün kasabaya geri dönen dünya tatlısı bir Japon. “Yemek yemem lazım çok aç kaldım” ve “uzun tur yapmayı boş verin, günübirlik dahi gidebilirsiniz kadar  uzatmaya gerek yok cümleleri aklımızdan çıkmıyor.” Çok pozitif ve çok mutlu bir insan. Nitekim masada sohbet ederken sürekli oturduğu yerde uyuya kalıyor, hemen ardından uyanıp sohbete devam ediyor ve bizi çok güldürüyor. İkincisi ise hostelde kendine bir oda tutmuş Şili’li bir inşaat işçisi. 

Türkiye’den olduğumuzu duyunca heyecanlanıyor. Birçok şehrini sayıp hangisinden olduğumuzu soruyor ve bize dahi ders verecek derecede biliyor Türkiye tarihini. Ondan aynı zamanda kasabada bir Türk’ün yaşadığını da öğreniyoruz. Gecesinde bizi odasına davet ediyor, gitar çalıyor, çok iyi müzikler dinletiyor ve bakın bende ne var diyerek Tarkan kaseti çıkarıyor. Tarihe ve müziğe bu derece meraklı bir inşaat işçisi bulmak ancak bu topraklarda böyle kasabalarda denk gelebilecek bir olay.

Ertesi gün çadırımıza ekstra kazık alıyor çılgın bir yağmurda iki caddelik kasabada dolaşıyor balıkçıdan taze somon buluyoruz. Gecesi tam bir ziyafet: Somonu tereyağında kırk yıllık balık ahçısı gibi pişiriyor, lezzetine inanamaz bir halde afiyetle götürüyoruz. Hayatımızın en lezzetli balık sofrası olabilir bu. Somon’u daha önce de kendimiz pişirmek için Punta Arenas’da aramış, bulamamıştık. 2004’den itibaren Norveç’i de geçerek Şili dünyada en çok somon üreten ülke haline gelmiş. Bizim bulamamamızın sebebi ise biraz acı: buradaki tüm somonlar büyük firmalarca satın alınıp Avrupa’ya,  Japonya’ya ithal ediliyor. Şilililer dahi kendileri avlanmadıkları müddetçe somon bulamıyorlar.

Selin süper lezzetli domatesli pilavından 1 kilo pişiriyor ki parka götürüp ısıta ısıta yiyebilelim.
Sırtçantalarımızı Torres del Paine’de yapacağımız 1 haftalık trekking parkuru için hazırlayıp Puerto Natales’de şimdilik son gecemizi bizim Japon’La sohbet ederek geçiriyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder